Geçenlerde Dücane Cündioğlu’nun bir sözü Twitter’da kendisiyle ilişkilendirilen bir hesaptan paylaşıldı. O söz şöyleydi “Bilim açıklar ama anlamlandıramaz, din anlamlandırır ama açıklayamaz, felsefe hem anlamlandırır hem açıklar…” Kültürel olarak içinde yaşadığımız toplum ve coğrafyada bu felsefeye verilmiş aşkın bir değer olarak görülebilir pek tabi. Modern dünyanın ikame edici bir unsur olarak insanoğlunu etkilemesinden bu yana, bilimin adeta tüm hayatı yönlendiren, tüm problemleri çözen, tüm acılara son veren, insanların hayatı anlamlandırma ve yaşamlarına değer katmada yegâne etmen olduğu düşünülegelmiştir. Oysa modern bilim de kadim bir varlık olarak insanın kadim bilgisinin bir ürünü olarak var olmuş, merak edilen ve kendi araştırma alanına giren “şeyler”in açıklanmasında (insanoğlunun önceki çabalarına göre) görece daha tutarlı ve sistematik bir yöntem ortaya koymuştur. Onu adeta “hayatın bir reçetesi, “erdemi” yapma çabaları pek amacına ulaşmış sayılmaz kuşkusuz. Çünkü o sadece bir yöntemdir, ama bilgiye ulaşmada, “şeyler”i açıklamada sistematik, mantıklı, kanıtlanabilir ve tutarlı bir yöntemdir. Nasıl ki bilim, bazı girişimlere karşın hayatı anlamlandırmada başarısız ama bilgiye ulaşma ve açıklamada şu ana kadarki deneyimlenenler arasında en muteber bir yöntemse; din de “şeyler”i açıklamada başarısız ama hayatı, amacı, gayeyi, mefkureyi anlamlandırmada son derece başarılıdır denebilir. Çünkü iman için akıl önemli olmakla beraber, asıl olan şüpheye yer vermeden derinlemesine bir imandır. Aslında burada “şüpheye yer vermeden” ifadesiyle “düşünmeden”, “akletmeden” anlamını kastetmiyorum. Elbette insanoğlu akledecek. Akıl imanın ön şartıdır. Ancak felsefi anlamda bir şüphenin sonucu varlığa da çıkabilir yokluğa da. Yani bir mümin inancıyla alakalı herhangi bir hususta şüphe ederse, bunun sonucunda inandığının (geleneklerin, göreneklerin, artık kalıplaşmış toplumsal tutumların, dini inanışların, sürdürülen birtakım ritüellerin) aksi de karşısına çıkabilir. Buna hazırlıklı mıyız? Eğer değilsek, o zaman hakiki bilgiye nasıl ulaşacağız? Platon ünlü eseri Devlet’inde der ki “arkasında bilgi bulunmayan sanıların hepsinin bela olduğunu fark etmiyor musun? Bunların en iyileri bile kördür; çünkü doğru dürüst düşüncesi olmaksızın parmağını doğrunun üstüne basan kimse, doğru yolda yürüyen körden farklı değildir.” Bilgiye sistematik ve iradi olarak ulaşmadan nasıl iman edeceğiz? “Şüphe olmadan iman olmaz” oysaki. O zaman okumak lazım. Hem de çok okumak. “Okumak”dan kasıt sadece kitap okumak değil doğrusu. “Kitabın kitap olması için gerçekten yazılmış olması şart olmadığı gibi, okumak için de mutlaka yazı şart değildir” diye veciz bir cümle geçer Elmalılı tefsirindeki bir yerde. “O halde doğa, insan, evren ve kâinat bir kitaptır, okumak lazım gelir!” Yani imana ulaşabilmek adına akıl, şüphe, sorgulama, idrak ve iman izdivaçlarına ihtiyacımız var. Cündioğlu’nun iddiasına göre “felsefe hem anlamlandırır hem açıklar.” Bu cümleye Sosyolog Ergün Yıldırım’ın bir eleştirisi olmuştu. Yıldırım Cündioğlu’na cevaben “felsefe hayatı anlamlandıramaz. Felsefe anlamlandırma imkanından yoksun olduğu için ideolojiye kaymak zorunda kalır. Heidegger’in Nazizme kayması bunun en trajik biçimi.” Gerçekten öyle mi? Bana kalırsa felsefenin çok ama çok önemli bir misyonu vardır bizim için: etkin ve tutarlı düşünme yollarını öğretmek. Etkin ve tutarlı düşünme yollarını kavrayan insanlar “şeyler”i açıklamak ve hayatı anlamlandırmak adına inanılmaz bir güce sahiptir demektir. Açıklama ve anlamlandırma idraki gelişkin insanlara mahsus değil midir zaten?Bu sebeple İbn Rüşd felsefeyi vacip mertebesinde görür. Ona göre tahkiki iman için felsefe şarttır. Etkin düşünmeden, şüphe etmeden, tutarlı bir açıklama olmaz yani bilim ortaya çıkmaz. Tüm bunlar olmadan da derinlemesine bir imana kavuşmak için yollar epeyce sarplaşır. Bize düşen “şeyler”i açıklamak, hayatı anlamlandırmak ve iman etmek için bir tutam “şüphe”. Felsefenin etkin düşünme pratiğinden uzak kalmak demek insanın kendi fikirlerine yabancılaşmak dolayısıyla başkasının/başkalarının fikirlerine köle olmak demek. Buna cevaben, Richard Hellie’in başka bir konu vesilesiyle dediği gibi “Her köle özgürlüğün hayalini kurmaz. Mutlak bir tahakküm altında geçen birkaç yılın ardından, bağımsız olarak var olmak neredeyse imkânsız görünmeye başlar” denebilir. İnsanların siyasi tercihleri gibi toplumsal, duygusal, dinsel ve benzeri tercihleri de farklılaşabilir. Hayatı anlamlandırmak, birbirimizi sevmek, ahlaki muvazeneyi sağlamak, yaşamdan lezzet almak için ve Özdemir Asaf’ın
“Dünler özlenir
Yarınlar beklenir
Bugünler heba edilir...”
şiirinde geçtiği gibi bugünlerimizi heba etmemeli, her dakikasını önemli saymalı, “şüphe” etmeli, sorgulamalı, açıklamalı, anlamlandırmalı ve hayattan lezzet almalıyız. “Yol insanı terbiye eder.” Bu da uzun bir yoldur. Maksudumuz, mahbubumuz bizi tam da bu yolun sonunda bekliyor (Allahualem). Ne mutlu yola revan olanlara!
Tayfun Gümüş Her hakkı saklıdır.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.