Yaşamak zor iş. Ama fıtrata uygun yaşamak çok daha zor. Zaten kolay olanın da hayatta pek bir tadı yoktur hani. Önemli olan zorluklardan yılmamak, insanı insan yapan değerler noktasından bir daha geri dönemeyecek kadar uzaklaşmış olmamak ve devası olmayan şeyleri çok fazla tefekkür ve tezekkür etmemek… Bunlar nisbi birer reçete olabilir. İnsan özündeki iyi mayayı kötü mayaya galebe çalmaya gayret gösterirse hayatını daha anlamlı ve sırat-ı müstakim üzere yaşamak konusunda çok önemli bir avantaj elde etmiş olacaktır.
Fıtrata uygun davranan kişi, herkesi kendi konumunda değerli görür ve onlara saygı duyar. Hz. Peygamber bir gün icabet ettiği bir davette salonun dolu olmasından dolayı kapının yanındaki boş bir yere oturur. Doğal olarak hazîrûn ona yer vermeye kalkışınca şöyle buyurur “Nereye oturursam oturayım ben Muhammed'im." Ne mutlu değeri kendinden menkul olanlara! Dinini seven ve inancıyla bütünleşen kişi başkalarının övgüsünden, diğerlerinin yerilmesinden hicap duyar. Kendini üstün değil, sorumluluk yüklenmiş kişi olarak addeder. Kendi inanışını başkalarına toplumsal baskı, ya da kanun ile asla dayatmaz, belki ancak başkalarının da yüreğine ilham olması için dua eder. Din ve anane bunu emreder doğru! Ya sosyolojik ve siyasal düzlemde nasıl olmalıdır bu saygı?
Tocqueville “Tüm koşullar eşitsiz olduğunda hiçbir eşitsizlik kimsenin gözüne batacak kadar büyük görünmez” der. Biz yakın tarih boyunca insanımıza ‘koşulları eşit’ kılamadık. Hep birileri ‘eşitsizlik’ yaşadı. Eşitsizlik birinin diğerine hükmetmesini getirdi. Saygısızlık, baskı aldı başını gitti. Oysa biz imparatorluk bakiyesiyiz. Hoşgörü bizim nişanemiz olmalı. Dayatma, zorlama kimden gelirse gelsin (bu siyasal iktidardan gelebileceği gibi kültürel iktidardan da gelebilir) yanlıştır. İnsanın kendi doğrularını ifade etmesi ve hayatını buna göre yaşaması insanî bir haktır. Cebrî tutumlar ise vicdanî değildir. 21.yüzyılın bir gerçekliği olarak, yukarıda ‘hoşgörü’ olarak ifade edilen durumu ise artık ‘haklar’ temelli değerlendirmek gereklidir. Herkesin vatandaşlıktan ve insan olmaktan kaynaklanan doğal ve pozitif hakları vardır ve bunun aşındırılmaması gerekir.
Vatandaşın haklarını kim koruyacak? Devlet mi? Ya devletten gelirse bu eşitsizlik ve saygısızlık hali, ne olacak? Sivil toplumu güçlü kılmak bu noktada çok ama çok elzemdir. “Devlet otoritesi altında var olan ancak devletten bağımsız olarak gönüllülük esasına dayanan örgütlü bir topluluk” anlamında ‘sivil toplum’u kastetmekteyim kuşkusuz. Bu çeşitlilik, çok seslilik ve konsensus kültürü için önemli olduğu gibi devlete karşı bireyi müdafaa eden bir işlev de görür. Ancak unutmamak gerekir ki haklarımızı korurken ve başkalarının bize saygı göstermesini talep ederken başka hatalara da düşmemek lazımdır. “Usulü zayi eden vusülden mahrum olurmuş” sözünü çok severim, çok kullanırım. O kadar doğru ki…Ne yaparsak yapalım ne anlatırsak anlatalım tüm eylemlerimizde usulü muhafaza edip disiplinle riayet etmemiz lazım. Usule dikkat etmeksizin yapılan eylem doğru dahi olsa tesir celbetmez.
Herkesin herkese ve her şeye saygılı olduğu bir toplum ümidiyle…
“Biz kimseye kin tutmayız
Ağyar dahi dosttur bize
***
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize”
(Yunus Emre)
(Bu yazı 10.11.2022 tarihinde hurfikirler.com'da yayınlanmıştır.)
Tayfun Gümüş Her hakkı saklıdır.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.