Yazıya başlamadan şunu hemen belirmeliyim ki bu yazı sadece bir serzeniş ve durum tespiti içermektedir. Bir çözüm önerisi sunmamaktadır. Meselenin çözümü ilkin bireylerin tekil olarak sorunun farkına varmasına ve ikincil olarak da merkezden çevreye bir rehabilitasyon ve ahlaki kalibrasyonun sağlanmasına bağlıdır.
Şehirde yaşamak başka şehirli olmak bambaşka. Hemen hemen her gün, her bir an gördüğümüz manzaralar karşısında insanın hayrete düşmemesi neredeyse imkânsızdır. Sabah uyanıp da yola çıktığımızda -özel aracımızla ya da toplu taşımayla olması farketmeksizin- kendimizi bir maceranın içinde buluveririz. İşimize ve okulumuza gitmek ya da kafa dinlemek için yaptığımız bu yolculuğumuzun hemen her anında öğrendiğimiz ve bizi biz yapan ahlaki değerlerin bir sınamasını görürüz. Adeta teorik olarak sahip olduğumuz ahlakın/görgünün pratiğe yansıyıp yansımayacağının bir imtihanı gibidir aslında.
Dakikalarca beklediğiniz trafik ışığında sizi ve sizin gibi onlarcasını dikkate almadan nizami olan sıraya alternatif bir sıra oluşturup önünüze geçip sizi umarsızca sıkıştıranlar, beklediğiniz toplu taşıma aracında sizi görünmez biri gibi (?) ezenler ve bu durumu hiç umursamayanlar, ayakta gitmemek adına dakikalarca boş aracı beklediğiniz metroda en arkadan gelip önünüze geçenler ve en önde olduğunuz sırada size neredeyse ayakta bile yer ayırmayanlar, topluluk içinde yüksek sesle ve rahatsız edici konuşanlar ve insanları çok çeşitli hallerde rahatsız edenler… Bunlar belki de yaşadığımız olayların pek azının özetidir denilse sezadır.
Ayrıca sadece ulaşımda da değil. Apartmanda komşumuz, markette alışveriş yapan tanıdığımız ya da tanımadığımız insanlar, okulda, pazarda, sahafta, sahilde ve hatta camideki insanlar! Topluluk halinde yaşamanın edebine varamayan yüz binlercesi var maalesef aramızda. İnsanların birbirlerine hiç mi hiç saygısı kalmamış anlaşılan. Koca şehirde yalnız kendileri yaşıyormuş gibi başkalarına karşı hoyratça davranan, edepten nasipsiz, vatandaş olmanın asgari düzeyde bile olsa farkında olmayan bu kadar insan görmek insanı epeyce mutsuz etmektedir. Rahmetli Nurettin Topçu’yu burada anmak lazım. Topçu diyor ki yarım asır önce “Müslümanlık, yaşanan şekliyle müslümanlık şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak…”Aradan geçen zamana rağmen en ufak müsbet bir gelişme yok. Bu bir tür illet durumu ise tedavi için ilk lazım gelen illeti teşhis ve kabuldür.
Fakat buna rağmen asıl imtihan henüz başlamamıştır. Çünkü mesele bu gayri nizami ve ahlaki düzen içinde “insan” kalabilmektir. Hemen hemen her gün verdiğimiz bir imtihan hem de. Kendimiz mi olacağız yoksa düzene mi uyacağız? Eğitimimize, fıtratımıza ve ahlakımıza münasip mi davranacağız yoksa hiçbir zaman olmayı istemediğimiz insanlara mı dönüşeceğiz?
Gerçek cehaletin bilginin yokluğu değil, onu edinmeyi reddetmenin olduğunu; cahil olmanın değil, kendini alim sanmanın sıkıntı olduğunu bilenler olarak, hal böyleyken bilgiye ulaşma niyetinde olmayan insanlara ne yapabilir ki? David Hume’a göre insanın en büyük düşmanı insandır. Ve baskı, adaletsizlik, aşağılama, hakaret, şiddet, ayaklanma, savaş, iftira, ihanet, hile: işte bunlarla, karşılıklı olarak birbirlerine işkence ederler.
Şehirde yaşayan ama asla şehirli olamayan insanların manevi işkencesine maruz kalan ama buna rağmen ahlak ve edebinden ödün vermeyen nicelerine selam olsun!
Tayfun Gümüş Her hakkı saklıdır.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.