Sosyolojik Monomorfizm her yerde. Metrobüste, metroda, okulda, markette, camide, sokakta. Oysa benzemezlik ve eşsiz olma durumu (unique/original) daha iyi değil midir insan için? Niye hep birilerine benzemeye çalışıyoruz ki? Ben “benim”, o da “o”. İnsan farklılıkları ile güzel! Farklılıklar muhtelif fikirlerin doğmasını ve canlı bir entellektüel ortamın oluşmasını sağlar. Buna rağmen memleketten insan manzaraları karşısında insan Garaudy’nin şu enfes sözünün ne kadar isabetli olduğuna şahit oluyor: “Önemli olan bir adamın imanı hakkında ne söylediği değil, bu imanın ona ne yaptığı, onu ne hale getirdiğidir.” Peki soru şu: inancımız eylemlerimizin neresinde? Rab hakikate ulaşmanın yollarının farklı farklı olacağını bize göstermedi mi? Yani pekâlâ hakikate farklı güzergâhları kullanarak ulaşabilmek mümkündür. Eğer böyle olmamış olsaydı Yaratıcı farklı meziyet ve karaktere sahip insanların aynı hakikate ulaşabilmesini salık vermemiş olurdu. “Din bir iddiadır, onun iç yüzünü gösteren Ahlak’tır” cümlesinin anlamı şudur: Din, iyi olmanın, ahlaklı olmanın, herkese adaletle muamele etmenin, kardeşlik içinde yaşamanın ve dahi esbaba edepsizlik yapmamanın iddiasıdır. İddianın ispatı ise o dinin/mensuplarının ahlakla imtihanıdır! İnandığımız din bize farklı düşünenlere hayat hakkı tanıyor, bunu toplumu zenginleştirici birer unsur olarak görüyor, Allah’ın varlığının kanıtı, birliğinin ispatı ve iyiliğin, dayanışmanın birer nişanesi olarak tanımlıyor. Madem yaratıcı tektir ve yegâne büyüklük sahibidir, o zaman yaratıcıya hangi yönden bakarsanız bakın O’nu bulur, O’na vâsıl olursunuz. Farklı açılarda durmak, farklı düşünsel altyapılara sahip olmak O’na ulaşmanın yolunda engel değil, zorlu ama keyifli birer dönemeçtir. Bu dönemeçleri aşmak sadece o yolcunun değil tüm yolcuların sorumluluğundadır. Bu sorumluluk da bizim herkesi aynı düşünce kalıbına sokarak işin kolaycılığına kaçmamıza neden olmamalı. Bilakis herkesi kendi düşünceleri ve davranışları ile kabul ettikten sonra talep edenlerin bu yolun sahibinin güzelliğini ve bizi koştuğu bu yolun ne kadar lezzetli ve ulvî; ama bir o kadar da zorlu olduğunu idrâk etmeleri için gayret göstermeliyiz. Bu edim ise cebrî değil, kalbî olmalı kuşkusuz.
Sonuç olarak düşüncelerimizi bu doğrultuda nasıl rehabilite ederiz? Kuşkusuz “eleştiri” yordamı ile. Churchill der ki “Eleştiri belki güzel bir şey değildir, ama gereklidir. Ağrıyla aynı işi görür. Çünkü ağrı da vücutta bir arıza olduğunu haber verir.” Her görüşün ifade edilebilmesini (ahlaki sınır korunduğu müddetçe) makul ve meşru görmeliyiz. Böyle miyiz peki? Cevabım sorum kadar net değil. Toplumsal ve siyasi düzlemde hiç kimse eleştirilemez değildir. İnsan “insan” olmanın verdiği kabiliyetle içinde bulunduğu ahval hakkında düşünmeye programlıdır. Bu düşünme pek tabi bir süre sonra dil kılıfına bürününce eleştiride bulunmak da kaçınılmaz oluyor. Nasıl oluyor da biz böylesine aslî ve hayatî bir güdümüzde bile bir kayıp yaşıyoruz? Cevabı Chandel’de ve Ahmet Hamdi Tanpınar’da. Chandel diyor ki "Günümüz insanı için büyük tehlike atom bombasının patlaması değil, insan mahiyetinin başkalaşması, beşer türünün "insansızlaştırılması". Ahmet Hamdi Tanpınar üstat da “Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.”
Zamanın dehşetine rağmen bozulmayanlardan olmak dileğiyle…
Tayfun Gümüş Her hakkı saklıdır.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.