Türk Siyasal yaşamını derinlemesine analiz edebilmek, en azından dönem ve olayları kategorize edebilmek adına karşılaştırmalı siyaset yaklaşımını kullanmamız icap eder. Bu yaklaşımın tarihi örnekleri aslında oldukça eski dönemlere uzanmaktadır. Siyaset Bilimi ya da Siyaset Felsefesi kapsamında ifade edilen hemen her kavram ya da yaklaşımda olduğu gibi burada da bir kez daha Antik Yunan’a kadar geri götürülebilecek bir durum söz konusudur. Antik Yunan’ın ünlü filozofları Platon ve öğrencisi Aristo’nun eserlerinde pek tabi karşılaştırmalı siyaset yaklaşımının iptidai versiyonlarını gözlemleyebiliriz. Bu iki filozof Yunan Şehir-Devletlerini idare ediliş yöntemleri bakımından ele alıp karşılaştırmışlardır. Bu karşılaştırma sonunda ise bu şehir-devletleri arasında (toplum açısından) en “ideal” olanını belirlemişlerdir. Platon ve Aristo’dan asırlar sonra yaşayan ve Siyaset Felsefesi ve Toplum bilimleri alanlarındaki katkıları kuşaklara ulaşan Niccolo Machiavelli, Thomas Hobbes, John Locke, Karl Marx ve Max Weber gibi büyük bilim adamları/filozoflar söz konusu bu alan içinde yer alan pek çok konu hakkında yazmışlardır. (S.Sayarı,ve, H. Dikici, “Karşılaştırmalı Siyaset Alanının Gelişimi” der. S. Sayarı,ve H.Bilgin, Karşılaştırmalı Siyaset: Temel Konular ve Yaklaşımlar içinde İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013, s. 5-24.)
Bu kapsamda Türkiye’deki siyasal yaşamı açıklamak, uzun tarihsel periyotta yaşananları, uygulamaları açıklayıcı bir model üzerinde gruplamak ve böylelikle de günümüz siyasi yaşamının hangi temeller üzerinde yükseldiğini, partilerin hangi ideolojik ya da sosyo-kültürel grupların çıkar, beklenti veya etkileri doğrultusunda hareket ettiklerini, siyasetteki hassasiyetleri, yaklaşımları, partilerin programlarındaki motivasyonları ve seçmen kitlesinin tüm bu olan bitenleri nasıl anlamlandırdıklarını tutarlı bir şekilde açıklamak amacıyla “dikotomik modeller” kullanılmaktadır. Bu yazı kapsamında Kazım Berzeg’in “Eski Kapıkulu Sınıfı/Yeni Bürokratlar (Yeni Kapıkulları)-Toplum”, dikotomik modeli ele alınıp özet bir analiz yapılmaya çalışılacaktır.
Kazım Berzeg 1979 yılında yazdığı makalede Türk siyasi yaşamı için ilginç bir o kadar da tutarlı bir model ortaya koymaktadır. Türk Siyasetinde yaşananları Eski Kapıkulu Sınıfı/Yeni Bürokratlar-Toplum kategorizasyonu içerisinde değerlendiren Berzeg’e göre şimdinin Bürokratları geçmişin Kapıkulu sınıfını oluşturan elitleridir. Malum olduğu üzere Osmanlı’da yaşayan tebaa mütecanis değildi, bir çok etnik yapıdan gelen parçalı ve heterojen bir hüviyete sahipti. Ancak devleti yöneten askeri ve siyasi güçler bunlardan da farklı ve bunlara yabancı bir gruptular. Kapıkulu denilen bu grup Berzeg’in ifadesiyle “Devşirme Kapıkulu, Müslüman olduğu için, kendi Hristiyan olan kardeşlerine yabancıydı: Türk veya Arap olmadıkları için Müslüman uluslara yabancı. Askeri ya da sivil devlet görevini yürütmek için gittiği ülkelerin çoğunlukla dilini, töresini bilmediği için herkese yabancı” idi (Berzeg, Liberalizm Demokrasi Kapıkulu Geleneği, sy.220).
Dünya İmparatorluk harihinde namütenahi bir özellik olan bu durum gerçekten bir hayli ilginçtir. Zira dünya üzerinde varolmuş imparatorluklar kendi tebaaları arasından yükselen ya da getirilen insanlar tarafından yönetilmişlerdi. Osmanlı’da ise padişahın yetkisi haricinde tüm siyasi ve idari yetkeyi elinde tutan sınıf işte bu yabancılar olmuşlardı. Yöneten ve yönetilen ayrımının çok bariz olduğu bu türden topluluklarda siyasi hayat bu ikisi arasındaki ilişkiden türemektedir. Sivil ve askeri bürokrasiyi elinde tutan Kapıkulu sınıfı yönetimin bel kemeğini oluşturmaktaydı. Toplumun kalan kesimlerine göre hayat standartları ve tahsil açısından oldukça avantajlı olan bu sınıf Kongar’ın benzetmesiyle “seçkin” sınıf haline gelmişti. Askeri güçlerini kaybetseler bile (Yeniçeri Ocağının Kaldırılması) siyasi nüfuzlarını kaybetmemişler, batılılaşma serüveninin başrolünü bürokratlar olarak üstlenmişlerdi. Berzeg’in “Yeni Kapıkulları” olarak isimlendirdiği bu yeni grup aynı eski kapıkulları gibi içinde yaşadığı topluma ve “sokağa” yabancı idi. Halktan kopuk bir şekilde yaşamlarını idame ettirip, devlet aygıtının idaresini ellerinde tutan bu yeni Kapıkulları Osmanlı Modernleşmesinin önemli adımları olan Islahat, Tanzimat ve Adalet Fermanları ile; Osmanlı’yı mutlakiyetten meşrutiyete taşıyan Birinci Meşrutiyet ve İkinci Meşrutiyetin ilanlarında halkın talebini, katkısını almamışlardı. Tüm bu yenilikler yukarıdan aşağıya inen şekilde yapılmaya çalışılmış, bundan dolayı da halk tarafından yeterince içselleştirilememişti. Bundan gerekli ölçüde ders alınamaması Cumhuriyetin ilanından sonra da benzer hataya düşülmesini netice vermiştir. Cumhuriyeti kuranlar da halkla pek temas etmemiş (Cumhuriyetten evvelki Kurtuluş Savaşı Yılları hariç), kendilerini oldukça yukarıda konumlandırmışlar ve devrimleri Osmanlı bürokratlarının yaptığı gibi yukarıdan aşağıya devlet gücü ve mekanizmasıyla yapmayı tercih etmişlerdi. “…Yurdumuzda ilke olarak, bürokratlar dışında aydınlar sınıfı oluşmadığı gibi, bürokrasinin dışında bir üniversite ya da bilimsel kurum gelişmedi” (Berzeg, 2019, sy.231.) diyerek ülkemizde aydın ve bürokratların aynı kişiler olduğu üzerinde duran Berzeg kanaatimizce çok önemli bir tespitte bulunmaktadır. Türk siyasetinde uzun yıllar egemen olan halkın akılsız ya da cahil oluşu, entelektüel dünyanın sahibinin ise elit bir zümrenin işi olduğu inancı bu düşüncenin ne kadar doğru ve tutarlı olduğunu ortaya koymaktadır. Türk siyasal yaşamında yöneten-yönetilen ayrımı olarak da sathi olarak değerlendirilebilecek yeni sınıf (yeni kapıkulları) ile halk arasındaki çatışma durumu durumu tutarlı bir şekilde özetleyebilmektedir.
Tayfun Gümüş Her hakkı saklıdır.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.